top of page
Yazarın fotoğrafıReha Kuldaşlı

Taş ve Muz: Bir Varoluş Masalı

Dinler tarihçisi Mircea Eliade, Okültizm, Büyücülük ve Kültürel Modalar kitabının “Ölüm Mitolojileri” bölümünde, son derece basit ve tam da bu basitliği nedeniyle çarpıcı bir Endonezya mitinden bahseder. Başlamadan önce bu miti Eliade’ın kendi sözleriyle aktarmak istiyorum:[1]


“Başlangıçta gök yeryüzüne çok yakındı ve Yaratıcı, insanlara bir ipin ucunda armağanlar sarkıtıyordu. Bir gün bir taş sarkıttı. Ama atalar taşa el sürmedi ve yaratıcılarına şöyle seslendiler: ‘Bu taşla ne yapacağız? Bize başka bir şey ver.’ Tanrı bu isteğe uydu; bir süre sonra onlara bir muz verdi, muzu sevinçle aldılar. Sonra atalar gökyüzünden şöyle diyen bir ses duydu: ‘Muzu seçtiğiniz için hayatınız da onunki gibi olacak. Muz ağacı meyve verdiğinde, ana gövde [ebeveynler] ölür; bu yüzden siz de öleceksiniz ve sizin yerinizi çocuklarınız alacak. Taşı seçmiş olsaydınız, yaşamınız da bir taşınki gibi olacaktı, değişmez ve ölümsüz.’”


Bu kısa mit, yaşam ve ölümün karşıtlığıyla ilgili pek çok geleneksel temayı özetlemesi bakımından önemlidir. Mitte karşımıza çıkan ilk tema, göğün yeryüzüne çok yakın olduğu, tanrılar ve insanlar arasındaki sınırın bugün anladığımız şekilde belirginleşmediği, kutsalın dünyada doğrudan tezahür ettiği bir zamandan bahsetmesidir. Gökte (kutsallık alanında) oturan Yaratıcının yarattıklarına/“atalara” armağanlar sunması da yine böyle bir kutsal zamana atıfta bulunur: Dünyevi varoluşun ayırt edici kipi olan emek henüz ortaya çıkmamıştır; insanlar Yaratıcının gökten indirdiği armağanlarla yaşamını sürdürmektedir. Ancak bir noktada Yaratıcının armağanıyla yetinmeyip kozmik ekonomiye meydan okurlar: “Bize başka bir şey ver.” Bu meydan okuma, o anda hesaplanamayan ve telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurur.


Eliade’ın gayet incelikli bir şekilde tespit ettiği gibi, taş ve muz varoluşun birbirine zıt iki temel kipini simgeler. Kanımca bu, özellikle Batı felsefe tarihinde Herakleitos ve Parmenides’in düşüncelerinde kristalleşen kalıcılık/değişmezlik/varlık (Parmenides) ve geçicilik/değişim/varoluş (Herakleitos) perspektifleriyle birlikte okunabilir. Bu mitte taş ölümsüzlüğü, değişmezliği ve kalıcılığı simgelemekle birlikte atalar için ilk bakışta değerli bir armağan olarak görülmez. Burada incelikli bir nokta yatıyor: İnsan ölümsüzlüğü elinden kaçırdığı için her ne kadar pişman olsa da ölümsüzlük ve değişmezlik tıpkı taş gibi soğuk, hareketsiz olmak şeklinde yorumlanır. Diğer taraftan, sevinçle kabul ettikleri muz, yani değişim, hareket, bildiğimiz anlamıyla “canlılık” ise ölüm ve acı pahasına dünyeviliği kurar. Sahne kapanır, ip göğe çekilir, Yaratıcının sesi artık duyulmaz: Taş yerine muzu seçen ataların varoluşu da muz ağacı gibi olur, meyve verdikçe ölürler, reddedilen kalıcılığa tekrar yaklaşabilmenin tek yolu çoğalmaktan geçer fakat sınır çoktan çizilmiştir.


İlginçtir ki atalar “Bununla ne yapacağız?” diye sordukları taşla ne yapacaklarını anlamasa da meyve verdikçe yok olmaya mahkum nesiller zaman içinde bunu çok iyi kavramış görünüyor: Taş yontulur, tanrıların imgeleri taşa kazınır ve en önemlisi de taşa yazı yazılır. İnsan, ataların bilgisizlikten kaçırdığı ölümsüzlüğü yine taşın kalıcılığında yakalar, zaman içinde “zamansızlığın” yasalarını, matematiği, geometriyi keşfedip mimariye uygular, aynı yasalarla müziği geliştirip sessiz tanrıların türküsünü söyler: Taş ile muzdan bir uygarlık doğar.


 

[1] Eliade, Mircea (2016). Okültizm, Büyücülük ve Kültürel Modalar, çev. Cem Soydemir. İstanbul: Doğu Batı Yayınları, s. 50-51

Comentários


bottom of page