top of page
Yazarın fotoğrafıReha Kuldaşlı

Séraphita: Balzac'ın İnsanlık Komedyası’nda Bir Muamma

Son derece ayrıntılı tasvirleriyle bildiğimiz, Fransız realizminin büyük ismi Honoré de Balzac’ın edebi gayesi, toplumu tasvir etme çabasının ötesine geçer. Onlarca eserde yaşayan binlerce karakterin öykülerinin yanı sıra felsefi ve toplumsal incelemelerin yer aldığı muazzam İnsanlık Komedyası (La Comédie Humaine) projesi, adeta kendi başına bir kâinat oluşturur. Bu proje kapsamında Balzac, özellikle Fransız Devrimi sonrası olmak üzere Fransız toplumunun farklı dönemlerini ve toplumsal katmanlarını bir cerrah titizliğiyle inceleyerek çağının arzularını, hırslarını ve entrikalarını kaleme almış, eserleriyle yaşadığı dönemin ve Fransız toplumunun karmaşıklığına çok boyutlu bir ayna tutmayı başarmıştır.

 

Ne var ki Balzac’ın devasa projesinde gizemli bir eser, aşağıda incelemeye çalışacağım yönleriyle diğerlerinden ayrılır: Séraphîta.* 1834 yılında yayımlanan bu roman, Balzac’ın alışılageldik eserlerinden farklı olarak görünmeyen alemlere açılıp varoluşun gizemli ve tinsel yönlerini keşfeder. Balzac’ın insan deneyimini en kapsamlı şekilde anlama çabası göz önüne alındığında kendine has bir yerde duran Séraphita, Balzac’ın çoğu eserini nitelendiren toplumsal realizm ile görünüşte sert bir tezat oluşturan “öte alem” odağıyla diğer eserlerinden farklıdır.

 

Séraphita, Balzac'ın enine boyuna tasvir ettiği Norveç manzaralarının büyüleyici fakat yalnızlaştıran güzelliği üzerinden açılıp serilir. Hikâyenin iki ana karakteri Minna ile Wilfrid, gelgitli olmakla beraber derin sayılabilecek bir bağla bağlıdır. Birbirlerinin iç dünyasını sezdiğini hissettiğimiz bu iki karakter, uzak bir yerde yaşayan, gizemli, “uhrevi” bir figürün büyüsüne kapılır. Séraphita/ Séraphitus adlı bu varlık hem geleneksel cinsiyet kalıplarını hem de dünyevi/ilahi ayrımını aşan bir niteliktedir. Minna ile Wilfred, bu gizemli varlığın dünyasına kapıldıkça aralarındaki bağ da sınanır ve her biri, ayrı ve bağlı olarak şüphenin, sorgulamanın ve ereklerin iç içe geçtiği bir yolculuğa sürüklenir.

 

Séraphita’yı bir masaldan fazlası kılan unsur, Balzac’ın dönemindeki ezoterik ve tinsel akımlarla derin temasında bulunabilir. Bilindiği üzere, Sanayi Devrimi ve sonrasının materyalist kültürüne başkaldırıların yaşandığı 19. yüzyıl, yoğun bir okült dirilişe ve “görünmeyen” güçlere yönelik geniş çaplı incelemelere sahne olmuştur. Bu dönemde başta Fransa olmak üzere Avrupa’nın dört bir yanında hipnotizma, manyetizma ve medyumluk seansları düzenlenmiş, Rönesans’tan itibaren etkisini artıran Hermetik ve gizli cemiyetler “kadim bilgeliğe dönüş” vaatleriyle yoğun faaliyet göstermiş, Doğu dinlerini ve mistik uygulamaları temel alan Teozofi gibi akımlar ortaya çıkmış ve toplumun her kesiminden taraftarlar bulmuştur. Yine bu dönemde ortaya çıkan, ruh çağırma seanslarına ve ölülerle iletişime odaklanan Spiritüalizm akımı ise kitleler üzerindeki etkisini artırarak sürdürmüştür. Okült ve ezoterik düşüncelerin ve uygulamaların parladığı bu zengin arka plan, Balzac’ın olağandışı Séraphita'sının da arka planını oluşturur.

 

Séraphita’daki gizemli yolculuğun merkezinde Emanuel Swedenborg’un (1688-1772) derin bir etkisi görülür. İsveçli bilim insanı, düşünür ve “vizyoner” Swedenborg, tinsel aleme dair vizyonlar gördüğünü, doğrudan melekler ve tinsel varlıklarla iletişim kurduğunu iddia etmiştir. Hristiyan mistisizminin yoğun etkisini görebileceğimiz yazılarında tinsel ile dünyevi alemler arasındaki sembolik bağlantıyı ifade eden benzeşimler ve tinsel yükselişe dair son derece karmaşık bir kozmoloji bulmak mümkündür. Görünüşe göre Balzac, kitapta uzun uzadıya yer verdiği Swedenborg’un düşüncesinde zengin bir ilham kaynağı bulmuş ve “insanlık halini” anlama çabasında derin bir yankı duymuştur. Ayrıca, Séraphita/Séraphitus’un muammalı ve hermafrodit doğası da Swedenborg’un eril/dişil ayrımının ötesine geçen semavi varlık ya da melek tahayyüllerine uygun düşer: Dünyevi sınırların ötesinde olan bu varlık, tinsel alemle ahenk içinde yaşamaktadır. Bu bakımdan Séraphita/Séraphitus, bu kavramları açmakla kalmayıp Minna ile Wilfrid’in bunları tecrübe etmesine de olanak tanıyarak gerçeklik algılarını büyük ölçüde değiştirir.

 

Bu mistik temaların yanı sıra, Séraphita’da felsefi sorgulamalar bulmak da mümkündür. Aslında, dünyevi aşkı arayan Minna ile uhrevi alemle aşkın bir bağ kurmak isteyen Wilfrid’in arasındaki gerilim, dünyevi arzular ile tinsel ereklerin gerilimini de yansıtır. Romanda, hakikati yakalayıp tarif etmenin zorluğunun yanı sıra insanın bilgisinin sınırları da bir güçlük olarak karşımıza çıkar. Balzac, tek bir perspektifin varoluşun karmaşıklığını kapsayıp kapsayamayacağını sorgulatırken gerçekliği yalnızca parçalar halinde görmeye mahkûm olup olmadığımızı düşündürür. Balzac’ın Séraphita’daki mahareti, kanımca bu mistik ve felsefi izlekleri hem sürükleyici hem de duygusal açıdan yoğun bir anlatıda birleştirebilmiş olmasında yatar.

 

İster gizemli bir kurgu, ister felsefi bir sorgulama, ister aşkın ve özlemin en saf hallerinin yansıtıldığı bir hikâye olarak okuyalım, Séraphita okuduktan sonra uzun süre etkisinden kurtulamayacağımız bir yolculuk. Balzac’ın toplumsal realizmine alışmış okurların başlangıçta yönlerini bulmakta zorlanabileceklerini kabul etmekle beraber, Séraphita’nın büyüsüne teslim olanların bu yolculuktan kazançlı çıkacağını umuyorum.


* Honoré de Balzac, Séraphîta, çev. İsmet Birkan. Jaguar Kitap (4. Basım, 2019)

Comments


bottom of page