top of page
Yazarın fotoğrafıReha Kuldaşlı

"New Age" Aydınlanma ve Psikanaliz: Düşüncenin Her Şeye Kadirliği

Jung, Simya Çalışmaları metninde şöyle diyor: “İnsan ışıktan figürler hayal ederek aydınlanmaz, karanlığı bilince getirerek aydınlanır. İkincisi nahoş olduğundan popüler değildir.”[1] Bu cümlenin yazıldığı zamanlarda tohumları yeni yeni atılan “New Age” akımı ve aydınlanma adına ışıktan bir akvaryum oluşturup içine saklanan pek çok güncel akım için pekala geçerli bir düşüncedir bu.


Turistik otellerde çekilen havalı fotoğrafların Instagram etiketlerinde gördüğümüz bu yeni #aydınlanma nedir, nasıl bir aydınlık vadediyor?

Öncelikle ve büyük ölçüde bireyci olduğunu düşünebiliriz. Böyle bir aydınlanma peşinde koşan birey, genellikle içinde bulunduğu ekonomik sistemi, kültürel ilişkileri, tarihsel bağları sorgulamadan verili kabul ederek her şeyin onun etrafında döndüğünü sanır; tanrıçalar, melekler, nereden geldiği belli olmayan “ruhsal rehberler” gibi sözde ışık varlıklarına sığınmaya çalışır. Kişi bunların himayesi altına girerek hayatına bolluk, bereket gibi “enerjileri” çekmeye çalışır. Dillere pelesenk olan bu “pozitif/negatif enerji,” “titreşim” gibi kavramlar ise ne açıklanır ne de üzerine düşünülür, sadece verili kabul edilir. Zira kendini bu akımlara kaptırmış insanlar çoğu zaman onların daha iyi bildiği bir hakikatin bilim tarafından gizlendiğini düşünürler. Bir tür “bilinç sıçraması” ile yaklaşan yeni çağın tüm dertlere deva olacağı düşüncesiyle tütsü yakıp bekler, bekler… Beklerler.


Burada hem bireyin kendisi hem de toplum için önemli bir sorun var gibi görünüyor. Birey, belki de ruhsal güçlüklerini şiddetlendirmekten başka bir işe yaramayan beklentiler içinde kıvranırken veya daha da kötüsü bu beklentilerin paramparça olacağı güne kadar kendisini “ışık varlıkları” ile sarıp beklerken toplum da giderek kayıtsızlaşır. Böyle bir aydınlanmanın orta sınıfın koşullarıyla yakından ilişkili olduğu düşünülebilir, zira örneğin varlıklı sınıflarla aynı üniversitelerde okuma fırsatı bulmasına rağmen aradaki devasa sosyoekonomik uçurumu kapatma imkanı bulunmayan, mezun olur olmaz plazalara kapanan, sömürünün tam ortasında olmakla birlikte sömüren tarafına geçmeye ya sıcak bakmayan ya da nasıl yapıldığını bilmeyen orta sınıfın tembel yaşama hayali kurmaktan vazgeçmeyen bir kesiminin “bolluk” ve “bereket” için “ışık varlıklarını, melekleri” yardıma çağırmasını düşsel bir zafer arzusu olarak da görebiliriz. Yani asıl arzu edilen, hakikatın açınlanması veya aklın zincirlerinden kurtulması ya da uykusundan uyanması (bkz. Kant'ın aydınlanma anlayışı) anlamında ciddi bir aydınlanma değil, sadece düşünerek, düşüncesinin gücüyle istediği hayatı yaşayabileceğine dair bir fantezidir. Maddeye ve maddi çabaya değer verilmiyormuş gibi görünse de arzu nesnesi büyük ölçüde maddi refahtır. Maddi olana, maddi olmayanın (düşüncenin) dolayımıyla ulaşılmak istenir.


Freud’un Totem ve Tabu ile “Narsisizme Giriş” metinlerinde bahsedip geliştirdiği “düşüncenin her şeye kadirliği” kavramı, günümüzdeki bu sığ aydınlanma kavramını daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Freud’a göre, düşüncenin her şeye kadir olduğu inancı, yani örneğin yeterince yoğun düşündüğümüzde bazı olayları gerçekleştirebileceğimiz, bazı şeylerin olmasını engelleyebileceğimiz inancı hem ilkel toplumların animizm inançlarında hem de çocuklarda gözlemlenir. Diğer taraftan, nevrozun da en temel özelliklerinden biridir: “Nevrotikler … sadece yoğun düşünülenler ve duyguyla resmedilenlerden etkilenir, [bunların] dış dünyaya uyum sağlayıp sağlamaması önemsiz bir konudur.”[2] Burada asıl önemli konu, düşüncenin her şeye kadirliği inancının altında bastırılan istekleri ifade eden veya onlardan elde edilen düşüncelerin yer almasıdır. Bu anlamda narsisizm ile birlikte değerlendirilmelidir: Kişi, kendini dünyanın merkezine koyarak dış dünyayı düşüncelerinin gücüne tabi kılmaya çalışır ve bu da egonun “büyüklenme” haline işaret eder.[3]


Böyle bir durumun doğurabileceği klinik sonuçların değerlendirilmesini klinik psikologlara bırakmak elbette daha doğru olur. Ancak bu yazıya konu olan “New Age” aydınlanma anlayışının aydınlanmaktan ziyade bastırılmış istekleri düşüncenin dolayımıyla elde etmeye çalışan narsisist bir düşünme biçimi olduğunu söyleyebiliriz. Giriş bölümünde sunduğum Jung alıntısının tam da bu yüzden önemli olduğunu düşünüyorum: Aydınlanmak isteyen önce kendi karanlığıyla, bastırılmış dürtüleriyle, istekleriyle, kompleksleriyle yüzleşecek cesareti gösterebilmelidir. Zira aydınlanmadan beklentimiz yeni bir ev, araba, çalışmadan sürülecek bir yaşam değil, içinde bulunduğumuz gerçeklikle özgür ve sağlıklı bir ilişki kurmak olmalıdır.

 

Kaynakça:

[1] C. G. Jung, Alchemical Studies. §335

[2] Sigmund Freud, Totem and Taboo, s. 86

[3] Sigmund Freud, "On Narcissism: An Introduction"

Comments


bottom of page