top of page
Yazarın fotoğrafıReha Kuldaşlı

Kutsalı Yeniden Düşünmek - I



Kutsalı yeniden düşünmek zorundayız. Nietzsche’nin tabiriyle “Tanrı’nın Ölümü” ile başlayan çağımızın krizleri, tek başına bilimin aşabileceği bir kriz gibi görünmüyor. Tıpkı modernitenin başında yaşanan krize benzer derin bir anlam kriziyle karşı karşıya olduğumuzu görmek zor olmasa gerek. Aslında bu tartışma pek yeni bir tartışma değil: Bir tür anlam kriziyle karşı karşıya olduğumuz uzun süredir konuşuluyor ve biz bu krizle hesaplaşmadıkça çoktan köhnemiş düşünceler veya ayağı yere basmayan inançlar tüm gücüyle, üstelik çağımızın sunduğu tüm yeni imkanlarla saldırmaya devam ediyor. Bu durum, temizlik yaparken her şeyi halının altına süpürmeye benziyor sanki. Dağınıklığı görmüyoruz belki ama halının altından pis kokular yayılmaya, bizi hasta etmeye devam ediyor.


Modern bilimin gelişimiyle halının altına süpürülenlere kutsallık düşüncesi de dahildir. Çağdaş bilim çevrelerinin kutsallık düşüncesine dostane yaklaştıklarını söylemek zor. Bir yandan böyle olmak zorunda, zira bilimin kutsallık hakkında konuşamayacağı kanaatindeyim. Bilimin bu konudaki beyanı “evrende kutsallık taşıyan bir nesne tespit edemedik” demekten öte gidemez. Ancak kutsalın alanı nesnel deneyim alanına dahil olmadığından dolayı, kutsalı nesnelerde aramak ve tespit edilmediğini/edil(e)meyeceğini beyan etmek bir tür kategori hatası gibi görünüyor.


Kutsalı yeniden yorumlamak, ölgün tanrıların diriltilmesi anlamına gelmiyor elbette. Böyle bir imadan özellikle kaçındığımı belirtmek isterim. Şahsen ilgilendiğim ve çağrıda bulunmaya çalıştığım konu, bütünlükle olan ilişkimizde bize yön veren kavramlar üretmemiz gerektiğinden başka bir şey değil. Zira bütünle olan ilişkimizi kutsala indirgemek mümkün olmasa da bu ilişki bir yönüyle kutsalın alanına girer. Bu alanı romantik bir nostaljiye kapılmadan yeniden düşünmenin olanaklı olup olmadığını merak ediyorum zira kutsalı ayakları yere basan bir şekilde yeniden değerlendirmediğimiz her gün bu boşluğu ya tuhaf "New Age" akımları ya da artık dünyamızda yeri olmayan köktenci radikaller doldurmaya çalışıyor ve fiyaskoyla sonuçlanıyor. Geçmişe baktığımızda, kültürün başlangıcının, ölü gömme geleneklerinin başlamasıyla yakından bağlantılı olduğunu düşünebiliriz. Bu durumda kutsalı yok saymak, insan ve toplumsallığını düşünürken kültürün dayandığı en önemli temellerden birini hesaba katmamak değil midir? Kültürel tarihimizde kutsalın nasıl bir rol oynadığı sorusunun bilimsel ve teknik yönlerini antropolojiye bırakarak felsefi anlamını soruşturmaya ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum.


Her şey bir yana, “kutsalın” alanı dokunulmazların alanı değildir; en azından kutsalın yeniden yorumlanması gerektiğini söylerken dokunulmazlar kümesine nelerin dahil edileceğini, nelerin dışarıda bırakılacağını tekrar gözden geçirmekten bahsetmiyorum. Konu bundan ibaret olsaydı kutsalı pekala etiğe de dahil edebilirdik; çünkü neye dokunup neye dokunmayacağımız, daha doğrusu hangi değerleri koruma altına alıp hangilerini tartışmalı hale getireceğimiz sorusu etiğin alanına girer. Ancak sonraki yazılarda açıklamaya çalışacağım üzere, özellikle Bataille’ı (ve Nietzsche’yi) takip ederek düşünmeye çalıştığım haliyle kutsallık, ne etiğe ne de teolojiye indirgenebilir. Sonraki yazılarda Tanrı fikrinin dahi ikincil öneme sahip olduğu bir kutsallığın izini sürmeye çalışacağım.


111 görüntüleme

Comments


bottom of page