top of page
Yazarın fotoğrafıReha Kuldaşlı

Kendini Yenmek ve Gelenek


Bir pratiği veya yapıyı dışarıdan reddetmek çoğu zaman kabul görmez. Aksini söylediğimiz her şey sessiz bir duvara çarpar. Bir yankı uyandırmak isteyen kişi duvarın tarafında mı durmalıdır? Yapamadıklarını düşünmek, yapmayı reddedenlere verilen doğal bir tepkidir. Reddin yankı bulması için önce talep edilen şekilde yapmak, kendini kanıtlamak, ardından başka bir şekilde yapılabileceğini göstermek gerekiyor. Picasso’nun resimde yaptığına benziyor bu; önce klasik resimde ustalaşıp kendini kanıtladıktan sonra kendi yoluna gitmiş büyük usta. Aynı durumun felsefe için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz: Sistematik felsefeye karşı çıkabilmek için önce sistematik felsefeyi ciddiye alıp varsayımlarıyla hesaplaşmak gerekir. Aksi takdirde bu reddedişin bir tür karikatüre dönüşme tehlikesi var, söylenenlerin sessiz duvara çarpma riski var. O halde sistematik felsefe reddedilecekse önce geleneğin hakkını teslim edip etrafından dolaşmadan “yenmenin” yollarını aramalı. Geleneğin reddi ancak bu yapılabildiği ölçüde ciddi bir hesaplaşma olarak görülebilir ki tarihte bunun hakkını veren düşünürlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Nietzsche’nin yepyeni bir düşünme biçimine kapı aralamak için iki bin yıllık batı metafizik geleneğini, “Platonizm” dediği geleneği karşısına almasını bu bağlamda değerlendirebiliriz. Ancak kafa karışıklığına mahal vermemek adına, Nietzsche’nin “Platonizm” derken aslında Platon’dan ve zengin metinlerinden bahsetmediğini belirtmek önemlidir. Nietzsche’nin Platonizmden kastı Platon külliyatı değil, belli bir mantık yapısı ve varoluşla ilgili problematik değerlendirmelerden oluşan bir paradigmadır. Batı tarihinde, özellikle Nietzsche’nin “kitlelerin Platonizmi” dediği Hristiyanlıkla keskinleşen bu paradigma, ikili dünya teorisi ve fiziksel varoluşun aşağılanmasıyla sonuçlanır. Ancak Nietzsche’nin bu konudaki zengin ve ayrıntılı görüşlerini başka bir yazıda ele almanın daha iyi olacağı düşüncesiyle, burada yalnızca felsefi girişiminin cesaretini vurgulamakla yetineceğim.


Böyle büyük bir girişimin iç hesaplaşmayla ilgili bir yönü olduğu da söylenebilir. Kendini yenmek, yine Nietzsche’nin tabiriyle “kendi omuzlarında yükselebilmek” için önce sınırlarını bilmek gerekiyor. Sınırlarımızı keşfetmek için kendimizi zorlamak zorunda olsak da bu aslında sandığımız kadar bireysel bir çaba olmayabilir, zira bizi biz yapan şeyler çoğu zaman dışımızdadır ve kendimizi yenmek için tarihe de bakmak zorundayız. Kendimizi, geleneğin bizdeki payıyla beraber yenmek gerek belki, bir de kendimizden nefret etmeden, mağlup tarafımızı galip tarafımızla iyileştirmek; arınmak. İçimize temiz havanın gireceği bir pencere açmak böyle mümkün olur belki.

39 görüntüleme

Comments


bottom of page