top of page
Yazarın fotoğrafıReha Kuldaşlı

Dil Varlıklarını Ararken


Doğada bizim dışımızdaki tüm varlıklar bir tür “yakınlık” halinde. Dil (kültür) bizi bu yakınlıktan koparmış görünüyor. Dil varlıkları olarak tek başımızayız. Durmadan evrende “zeki” yaşam arayışımız da bundan kaynaklanıyor belki: Aslında sadece yabancı olmadığımızı kanıtlayacak bir dost arıyoruz olabilir miyiz? Başka bir dil varlığıyla karşılaştığımızda bir “anomali” olmadığımızı kendimize kanıtlamış olacağız, yaşam nezdinde kendimizi onaylamak istiyoruz belki. Bir tuhaflık olmadığımızı, dil varlığı olmanın ne demek olduğunu kıyaslayabileceğimiz, tartışabileceğimiz varlıklar arıyoruz. “Zeki yaşam” arayışı aslında zeki yaşam arayışından ziyade dil arayışı olarak görülebilir: Etrafımızdaki tüm yaşam yeterince zeki değil mi? Hatta çoğu noktalarda bizim yetilerimizi aşan tezahürleri var. Örneğin “derisiyle düşünen” ahtapotları ele alalım: Pek çok prestijli bilim insanı ahtapotların “öz bilinç sahibi yaşam formları” olarak kabul edilmesi gerektiğini savunuyor, milyonlarca yıl önce ortak atalara sahip olsak da bilinçlerimizin ayrı ortamlarda ve birbirinden bağımsız olarak filizlendiğine şüphe yoktur. Ortalama bir ahtapotun problem çözme ve strateji geliştirme konusunda ortalama bir insandan çok daha iyi iş çıkardığı pek çok durum var.


Örneğin biz fiziksel problemleri ellerimizle ve alet kullanarak çözmeye alışkınız, fakat bir ahtapot dokuz beyni sayesinde (her kolunun ayrı bir beyin olarak işlev gördüğü söyleniyor) bedeninin tamamını ve hatta derisini muazzam bir koordinasyon becerisiyle ve strateji kabiliyetiyle kullanabiliyor. İnsanı “insan yapan unsur” öz bilinçse, görünüşleri açısından evrende aradığımız zeki yaşam formlarını aratmayacak tuhaflıkta olmalarına rağmen neden ahtapotları kendimize yakın hissetmiyoruz da limonlanacak salata malzemesi olarak görüyoruz?


Bu sorunun yanıtı dilde gizli olmalı.

 

Comments


bottom of page