top of page
Yazarın fotoğrafıReha Kuldaşlı

Carl G. Jung’un Senkronisite (Eşzamanlılık) Kavramı Üzerine


Pek çoğumuz son derece sıradan hayatlar yaşasak da hayatımızın sıkıca örülmüş, boşluk kabul etmeyen sekansının bazen küçük tuhaflıklarla bozulduğunu hissederiz. Örneğin bazen bir sayı veya rakam kombinasyonu birbirinden tamamen bağımsız bağlamlarda ve koşullarda karşımıza çıkar, gördüğümüz bir rüyada yaşadığımız sahneyi birkaç gün sonra uyanıkken yaşarız, bir kişiyi düşündüğümüzde saniyeler içinde telefonla bizi aradığını görüp şaşkınlığa düşeriz; yani “olmayacak şeyler” başımıza gelir. Ancak yine pek çoğumuz, alaya alınma korkusuyla bu tür durumları çoğu zaman kendimize saklarız veya en yakınlarımızla paylaşırız. Çağımızın en cesur ve vizyoner fikir insanlarından olan, analitik psikolojinin kurucusu İsviçreli psikanalist ve düşünür Carl Gustav Jung, kendi deneyimlerinden yola çıkarak ve çeşitli bilimsel-istatistiksel çalışmaları da kullanarak, nedenselliğin dışında gibi görünen bu tür olayları açıklamaya çalışmış, bu yolda çok önemli bir kavram olan “senkronisite” (synchronicity/Synchronizität) kavramını geliştirmiştir. Bunu yaparken hem bizzat yaşadığı pek çok olayı anlamlandırmak hem de felsefi açıdan (nedensellik bağı, zaman-mekanın mutlaklığı ve göreliliği açısından) muazzam önem taşıyan karanlık bir alanı aydınlatmaya çalışmak istemiştir. Bu yazıda C. G. Jung’un eşzamanlılık olarak da bilinen senkronisite kavramını ana hatlarıyla açıklamaya çalışacağım.

Öncelikle “nedensellik dışı” derken ne kastettiğimize bakalım. Nedensellik dışı olaylar, nedensellik bağının düşünülemez olduğu durumlarda yaşanan olaylardır. Bunların çoğunda, tesadüfi olaylar arasında herhangi bir nedensellik bağı en küçük ihtimalde dahi yoktur. Ancak böyle anlarda dahi belli bir “seçici gruplamadan” söz edebiliriz. Örneğin Jung, aynı gün içinde çok farklı bağlamlarda altı kez balık gördüğü ve duyduğu bir olaydan bahsediyor. Hastasının rüyasında balık görmesinden kendisine sunulan balık şekli figürlere uzanan bu tesadüfler silsilesi normalde yeterince tuhaf görünse de Jung o sıralar birkaç aydır balık sembolü üzerinde çalışmaktadır. Başka bir deyişle, kendisinin bir tür seçici gruplama yapmış olabileceği ihtimalini kuvvetli bulur.[1] Bir olayın nedensellik dışı bir açıklama faktörüne ihtiyaç duyduğunu söylemek için bir ölçüde olasılık sınırlarını aşmış olması ve fakat bir diğer olayla anlam bağı taşıması gerekir. Jung, bir hastasıyla yaşadığı böyle bir deneyimi şu şekilde aktarıyor:


Örneğim, her iki tarafın çok çaba göstermesine rağmen, psikolojik anlamda erişilmez olan bir genç kadın hastayla ilgilidir. Güçlük, her zaman her konu hakkında daha çok şey bilmesinde yatıyordu. Aldığı mükemmel eğitim, bu amaca çok uygun bir silahla, kusursuz ‘geometrik’ gerçeklik fikriyle birlikte epey cilalanmış bir Kartezyen rasyonalizmle kuşanmasını sağlamıştı. … Beklenmedik ve irrasyonel bir şeyin ortaya çıkarak, kendini içine kapattığı entelektüel yanıtları ortadan kaldırması ümidine sığınmak zorunda kalmıştım. Bir gün, sırtım pencereye dönük şekilde onun karşısında oturup retorik akışını dinliyordum. Önceki gece etkileyici bir rüya görmüştü, biri ona altın bir bokböceği vermişti ki masraflı bir mücevherdir. Bana rüyasını anlatmaya devam ederken bir şeyin pencereye hafifçe vurduğunu duydum. Arkamı döndüğümde, dışarıda, karanlık odaya girmek istediği açıkça belli olacak şekilde pencerenin pervazına vuran, irice bir kanatlı böcek olduğunu gördüm. Bana çok tuhaf gelmişti. Hemen pencereyi açarak böceği içeri uçarken yakaladım. Bokböceği ailesinden bir böcekti … yeşil-altın rengi, altın bokböceğine olabilecek en yakın şekilde benziyordu. ‘İşte bokböceğiniz,’ diyerek hastaya böceği uzattım. Bu deneyim, rasyonalizminde istenen gediği açmış, entelektüel direncini kırmıştı. Tedavi şimdi tatmin edici sonuçlarla devam ediyor.[2]


Jung’a göre, tüm bu olaylar üç kategori altında gruplanabilir:

1. Gözlemcinin psişik durumunun söz konusu psişik duruma veya içeriğe denk düşen, eşzamanlı, nesnel ve dışsal bir olayla çakıştığı durumlar. Bokböceği örneğinde olduğu gibi iki olay arasında nedensellik bağı düşünülemez.

2. Bir psişik durumun gözlemcinin algı sahasının dışında, örneğin belli bir mesafede meydana gelen (aşağı yukarı eşzamanlı) dışsal bir olayla çakıştığı durumlar. Buna örnek, Immanuel Kant’ın aktardığı, Swedenborg’un başından geçen meşhur Stockholm yangınıyla ilgilidir.[3]

3. Bir psişik durumunun ona karşılık gelmekle birlikte henüz gerçekleşmemiş ve ancak zaman içinde doğrulanabilen bir olayla çakıştığı durumlar.

Jung’un senkronistik derken kastettiği olaylar, daha ziyade ikinci ve üçüncü kategoriye yerleştirebileceğimiz olaylar olup “senkronize” yani “eşzamanlı” olaylar ile karıştırılmamalıdır; Stockholm yangını örneğinde de gördüğümüz gibi senkronistik olayların unsurları arasında belli bir zaman geçebilir. Jung, senkronisite kavramının olanağının bilimsel dayanağını, fizik biliminde zaman ve mekanın mutlak kavramlar olmaktan çıkarak göreceli hale gelmesine dayandırıyor.[4] Bildiğimiz gibi, genel kabul edilen anlamıyla doğa yasası kavramının altındaki ilke nedensellik ilkesidir. Jung ise nedensellik ilkesiyle ilgili olarak şu tespitte bulunur:


Neden ile sonuç arasındaki bağlantının sadece istatistiksel anlamda geçerli ve ancak göreceli olarak doğru olduğu ortaya çıkarsa, bu durumda nedensellik ilkesi, doğal süreçleri açıklamada sadece göreceli olarak işe yarar ve açıklama için [rastlantı yasalarına ilaveten] gereken bir veya daha fazla faktörün varlığını varsaymak durumunda kalır. Bu, bazı koşullarda olaylar arasındaki bağlantının nedensellik dışı olabileceğini ve başka bir açıklama ilkesini gerekli kılabileceğini söylemekle aynı şeydir.[5]


Ardışık iki olay arasındaki bağlantıyı nedenselliğe başvurarak açıklarız. Senkronisite ise psişik ve psikofiziksel olaylar arasındaki zaman ve anlam paralelliğine işaret etmektedir, Jung’a göre bilimsel bilgi bu paralelliği henüz ortak bir ilkeye indirgeyememiştir. Ancak yaşanan bazı olayların olasılığı öyle düşüktür ki bir tür ilkeye ya da ampirik dünyanın bir tür özelliğine dayandıklarını varsaymamız gerekir. Jung’a göre bu olaylar arasında gösterebileceğimiz tek bağlantı, ortak anlam veya denklik bağlantısıdır. Bu anlamda, senkronistik fenomenler, bir gözlemcinin algıladığı bir içeriğin arada herhangi bir nedensellik bağı olmadan dış dünyada yaşanan bir olayla temsil edilebileceğini göstermektedir.[6] Jung’a göre bu durum, psikenin zamansal belirlenimi ve zamanın psişik göreliliği için de geçerlidir. Sonuç olarak, “senkronistik” olarak adlandırdığımız bazı anlamlı tesadüfler, psikenin zaman-mekanla ilişkisi, zaman-mekan ile psikenin birbiriyle göreliliği açısından üzerine kafa yormaya değen olaylardır. Bu olaylardan yola çıkarak bağlı olabilecekleri ilkenin araştırılması, dünyayla ilişkimizi algılayışımız ve zaman-mekan deneyimimiz açısından bize yeni bir perspektif katabilir.


 

[1] Synchronicity: An Acausal Connecting Principle, s. 10 [2] Jung, “On Synchronicity”, s. 109-10 (çeviri tarafıma aittir). [3] Jung’un, Kant’ın Frulein Charlotte von Knobloch’a yazdığı mektuptan aktardığına göre, Swedenborg, Gothenburg şehrindeyken Stockholm’de başlayan büyük bir yangınla ilgili bir vizyon görür ve dört saat içinde Büyük Stockholm Yangını olarak bilinen yangınlar başlar. Bu olaylar aynı Cumartesi günü içinde yaşansa da haberi Gothenburg’a iki gün sonra ulaşmıştır. [4] Jung, 1912-13 yıllarında henüz görelilik kavramını geliştirme aşamasında olan Albert Einstein ile uzun saatler oturarak bu konu hakkında fikir alışverişinde bulunduklarını aktarır. Jung’un Einstein’ın görelilik kuramı ve modern fizikle ilişkisi ayrı bir yazıda ele alınmayı hak edecek kadar ayrıntılı ve ilginç bir konudur. [5] Jung, Synchronicity: An Acausal Connecting Principle, s. 5 (çeviri tarafıma aittir). [6] “On Synchronicity”, s. 115.

Comentarios


bottom of page