top of page
Yazarın fotoğrafıReha Kuldaşlı

Kutsalı Yeniden Düşünmek – II |Roger Caillois: Kutsal-Dünyevi Ayrımı

Kutsalı Yeniden Düşünmek” adlı bir denemede kısaca giriş yapmaya çalıştığım üzere, kutsalın dünyadaki yerinin ne olduğu sorusu canlılığını koruyan ve üzerine düşünülmesi gereken önemli bir soru olmaya devam ediyor. Kutsalı doğrudan herhangi bir yerleşik dine bağlı kalmadan, psikolojik, sosyolojik ve felsefi belirlenimleriyle ve “ateolojik” bir perspektiften ele alan düşünürlerin fikirlerini incelemeye ve tartışmaya ayırdığım bu serinin ikinci yazısında, çalışmalarıyla bu alana önemli katkıda bulunan ve birlikte çalıştığı Georges Bataille gibi düşünürleri etkileyen Roger Caillois’nın kutsal-dünyevi ayrımını kısaca incelemeye çalışacağım.



Kutsallığın farklı kültürlerdeki tezahürlerinin morfolojisinden ziyade “sentaksını” yazmaya çalışan Caillois, L’homme et le sacré [The Man and the Sacred/İnsan ve Kutsal][1] eserinin ilk bölümünde kutsal ile dünyevi olan arasında önemli bir ayrımda bulunarak bu iki alanın karşılıklı ilişkilerini inceler. Caillois bu ayrımı şöyle ifade ediyor: “Evrene ilişkin her dinsel anlayış, kutsal ile dünyevi arasında bir ayrım ima eder ve [kutsal alan] inançlı kişinin kurtuluşunu düşünmeksizin serbestçe işine baktığı ve faaliyette bulunduğu dünyaya karşıttır.”[2] Serbestçe faaliyette bulunduğumuz dünyanın karşısındaki kutsalın alanı, bireyi korku ve ümitle felce uğratan bir alandır. Caillois’ya göre, dini nasıl tanımlarsak tanımlayalım, kutsal ile dünyevi arasındaki bu ayrım her zaman iş başındadır. Bu bakımdan, belirli bir dinden bağımsız olarak, inanan için birbirini tamamlayan ve hatta tanımlayan iki evren söz konusudur. Birey ilkinde kaygısızca hareket edebilir fakat derin bir bağımlılık duygusunun tüm itkilerini kontrol ettiği ikinci alemde atacağı en ufak bir yanlış adım, sonsuza kadar lanetlenme riskini beraberinde getirir.[3] Dindar birey bu gerilimle yaşar. Bu gerilimin yaşandığı iki dünya ise birbirleriyle karşıtlık ilişkisi içinde tanımlanır.

Caillois’nın tespitine göre kutsalın dünyası, gücünü hissiyattan alır; bir anlamda hissiyat kategorisine aittir. İnananın gözünde inancını tartışmaya kapatan ve her saldırıda daha da pekiştiren unsur işte bu hissiyatın gücüdür.[4] Bu bakımdan, kutsalın öznel deneyimin alanına ait olduğunu düşünebiliriz. Kutsalın deneyimlenmesi, dindar yaşantının farklı tezahürlerine can veren bir deneyimdir. Caillois, bu tezahürleri insanın kutsal ile ilişkilerinin toplamı olarak düşünür. Ancak yukarıda belirttiğim gibi bu bağlamda asıl önemli olan tikel inançların morfolojisinden ziyade nasıl bir sentaks içinde var olduklarıdır. Bununla birlikte, itikatlar insanın kutsal ile ilişkisine kalıcılık katarken ritüeller ise bu ilişkinin pratikteki varlığının, yani uygulanmasının araçlarıdır.[5]

Kutsalın Başlıca Özellikleri

Kutsal; nesnel, sosyal, mekânsal ve zamansal veçhelere sahiptir. Bu veçhelere örnek olarak haç gibi kutsal kabul edilen nesneleri, sosyal düzlemde kutsal ile ilişkiyi yöneten ruhban sınıflarını ve kült liderlerini, mekânsal düzlemde mabetler gibi kutsal mekanları ve zamansal düzlemde ise dini bayramlar, festivaller gibi kutsal zamanları örnek verebiliriz. Bunlar arasında kutsal nesneler özellikle ilgi çekici bir nitelik taşır. Kutsal nesne, değiştirilmemesi gereken ve aynı şekilde dolaşıma sokulan görünümüyle tabu niteliği kazanır. Ona “kirliyken” dokunmak ölüm demektir, Caillois’nın ifadesiyle “kutsal, öyle veya böyle ölmeden yaklaşamayacağımız” bir fenomendir.[6] Kutsala yasaklanan şekilde temas etmek ani ceza gerektirir. Buna Anadolu’da epey yaygın olan “çarpılma” öykülerini dahil edebiliriz. Çarpılma, bir anlamda birbirine temas etmemesi gereken iki zıt kutbun arasında gerçekleşen izinsiz temasın ortaya çıkardığı yıkıcı güçtür, bir nevi cereyandır. Bir analojiyle “cereyana kapılmak” şeklinde tahayyül edebileceğimiz bu temas, şiddetini kutsal ile dünyevi alanlar arasındaki uzlaşmazlığın yarattığı gerilimden alır.

Caillois’ya göre kutsal karşısında dünyevi unsur ontolojik anlamda fakirdir; tıpkı hiçliğin varlık karşısındaki fakirliği/eksikliği gibidir.[7] Dünyevi unsur kutsala negatif özellikler katar ve tam da bu yüzden dünyevi unsurlar kutsalın alanından özenle temizlenmeli ve arındırılmalıdır. “İkisi arasındaki herhangi bir temas ölümcüldür.” Ancak Durkheim’ın aktardığı gibi, biri yaşamın yaşandığı, diğeri de yaşamın kaynağı ve onu sürdüren unsur olarak ikisi de elzemdir.[8]


Başarının Kaynağı Olarak Kutsal

İnanan, yardımı ve başarıyı kutsaldan bekler. Bu anlamda kutsal hem korku hem de güven kaynağı olarak ikirciklidir. İster tektanrıcı ister çoktanrılı, ister atalar kültü veya kentlerin koruyucuları olsun, inancın içeriği ikincil önemdedir. Asıl mesele, dünyevi olanla karşıtlık içindeki bir güce inanıştır. Kutsal bir tür büyülenme duygusu yaratırken dünyevi unsurlar değersizlikle karakterizedir ve kutsal olan hem dehşet hem de arzu uyandırır.

Anlaşılmaz ve dehşetengiz olmakla birlikte, kutsal “etkindir”. Kutsala rücu edenler için mesele kutsalın dehşetinden korunurken aynı zamanda kutsalı kendi menfaatine kullanabilmenin yollarını aramaktır.[9] Bu, bir anlamda kutsalı kendi safına çekme çabasıdır. Kendi başına tartışılması gereken çok geniş bir konu olsa da büyünün kaynağını da burada bulmak mümkündür. Örneğin korunma büyüleri, tılsımlar, kutsalın gücünü kabul edip dünyevi düzlemdeki etkisini kendi menfaatine kontrol etme amacı taşır. Özellikle amaç ne kadar büyükse kutsalın müdahalesine o denli ihtiyaç duyulur ve daha büyük risklerin alınmasını, daha tehlikeli hazırlıkları gerektirir.


Ritüel ve Tabunun İşlevi

Caillois’nın analizine göre, kutsal olan aniden dünyevi alana girebilir ve bu anlamda bir tür bulaşıcılığa sahiptir.[10] Ancak dünyevi alan kendi kırılganlığında kutsala her zaman ihtiyaç duyduğu için hem kutsalın kutsallığını bozma hem de kutsal tarafından yok edilme riskiyle her zaman karşı karşıyadır. Dolayısıyla kutsal ve dünyevi alanların karşılıklı ilişkileri dikkatle düzenlenmelidir: Ritüel tam da bu işlevi üstlenir. Ritüelin negatif ve pozitif olmak üzere iki işlevi vardır.[11] Pozitif işlevi, kutsal veya dünyevi unsurları toplumun ihtiyaçlarına göre dönüştürmektir. Negatif işlevi ise yanlış temas halinde birbirini yok edebilecek bu iki düzlemi birbirinden ayrı tutmaktır. İlki, insanları veya nesneleri kutsalın dünyasına kabul eden “kutsama” ritüelleridir; ikincisi ise “bozma” veya kefaret ritüelleridir. İkinci grupta yer alan ritüeller bireye temizliğini geri kazandırmayı hedefler. İki dünyaya giriş çıkışların esasları bu ritüellerle belirlenir.[12] Yasaklar ve yasaklı davranışlar ise tabu terimiyle anlaşılır.

Özetle, Caillois’nın analizine baktığımızda, dünyevi alan ortak kullanım alanıyken kutsal alan tehlikeli ve yasak bir düzlem olarak karşımıza çıkıyor. İlki insanın takdirine bırakılmıştır, ikincisine ise bilinmeyen ve yönetilmeyen kuvvetleri serbest bırakma riski olmadan yaklaşılamaz: İnsan bu alan karşısında hem çaresiz hem de muhtaç hisseder.[13] Bu kuvvetlerin insanda yarattığı gerilim ise hem yaşamın kaynağı olarak görülmelerinde hem de kontrol edilemezliklerinde yatar.

Caillois’ya göre, kutsalın kontrol edilemezliği ve insanın kutsalın hakimiyeti karşısındaki acizliği kurban olgusunu ortaya çıkarır. Savaşa gidenler kazanmak için, yoksullar elinin bollaşması için, zenginler de ellerindekileri korumak için sahip olduklarından vazgeçerek bunları “asıl” kaynağa, kutsalın dünyasına iade eder.[14] Bu, kutsal kuvvetleri bir anlamda “borçlandırmak” demektir.[15] Yani inanan, sahip olduklarını kurban ederek evrenden alacaklı olur. Bu meselenin alt metninde önem taşıyan husus, evrenin hem insanlar hem de kutsal kuvvetler tarafından uyulması gereken zorunlulukların getirdiği bir dengeye tabi olmasıdır. Örneğin, Yunancada kosmosolarak tabir edilen düzen, tam da böyle bir düzendir. Ölümlüler ve ölümsüzlerin işleri, κατὰμοῖραν, yani kozmik düzene göre, paylarına göre düzenlenir.

Diğer taraftan, “iyileşen her yara iz bırakır”.[16] Anlık bakıldığında, yeniden kurulan düzen eskisinin aynısı değildir, değişmiştir. Burada bir tür dinamizm söz konusudur. Yaşam bunu kendi dinamizmi içinde durmadan çoğalarak ve asimile ederek telafi etmeye çalışır, ancak bunun karşı tarafta (kutsalın alanında) da dengelenmesi için ritüellerin hız kesmeden devam etmesi gerekir; zira evrenin narin dengesi her zaman saldırı altındadır.

Günümüze bakıldığında, hesaplamaya, ölçmeye dayalı modern bilimin de bu gerilim alanında çalıştığı söylenebilir. Bu anlamda bilimsel perspektif, evrenin düzenlenişinde kutsal kuvvetler yerine doğa yasalarını vurgulayarak kutsalın sınırlarının yeniden belirlenmesinde muazzam bir role soyunmuştur. Narin dengeyi korumak için durmadan tekrarlanması gereken artık kurban ritüelleri değil, bilgiyi üreten ve genişleten prosedürlerdir. Bilimin daha önce kutsal kuvvetlere atfedilen musibetleri çözmedeki etkinliği, kutsalı özünde ait olduğu alana, yani öznel deneyim alanına doğru geri püskürtüp (en azından dünyevi alandaki) temas noktalarını ve sınırlarını daraltıyor gibi görünüyor. Ancak her şeye rağmen, kutsalın ya da kutsallık düşüncesinin bilgi tarafından yutulup yutulamayacağı da bir muamma olarak kalmaya devam ediyor. Lafı daha fazla uzatmamak adına bu büyük ve önemli tartışmayı başka bir yazıda ele almak istiyorum.


 

[1] Caillois, Roger. The Man and the Sacred, çev. Meyer Barash. New York: Free Press of Glencoe (1960). [Türkçe çeviriler tarafıma aittir.] [2] A.g.e., s. 19 [3] A.g.e., s. 19 [4] A.g.e., s. 19 [5] A.g.e., s. 20 [6] A.g.e., s. 22 [7] A.g.e., s. 22 [8] A.g.e., s. 22 [9] A.g.e., s. 23 [10] A.g.e., s. 23 [11] A.g.e., s. 24 [12] A.g.e., s. 24 [13] A.g.e., s. 25 [14] Bu bakış açısının günümüzde dahi politikanın alanını daraltan bir işlevinin olduğuna şüphe yoktur. Ancak kutsal ile politik alan arasındaki ilişki başlı başına bir yazıya konu olacak kadar karmaşık olabilir. Bu nedenle konuyu başka bir metinde ele almayı planlıyorum. [15] A.g.e., s. 28 [16] A.g.e., s. 31

Comments


bottom of page